Bilmelidir ki; nefsânî menfaat ve arzular; rûhumuza serpilen zehirlerdir. Her biri mânevî hayâtımıza vurulan zincirler mesâbesindedir. İlâhî ahlâka da ancak bu nefsânî zincirler koparıldıktan sonra ulaşılabilir.

Takvâdan uzak bir gönül, nefs-i emmârenin girdapları arasında intihar edip ebedî hayatını ziyan etmiş olur. Allâh’ın rızâsına uygun düşmeyen bir hayat yaşar da ömür boyu çöllerdeki seraplara aldanır. Dolayısıyla takvâ, ebedî kurtuluş için yegâne çıkar yol ve mutlak bir mecbûriyettir.

Kalbler, ancak Hak Teâlâ ile beraberlik sâyesinde, yâni kalbin bir nazargâh-ı ilâhî hâline gelmesi neticesinde uyanır. Bunun en feyizli yolu ise bilhassa seherlerde îfâ edilen zikirlerdir.
Etrafına merhamet nazarıyla bir bak ve düşün: Sen niye sağlam, sağlıklı ve varlıklısın; o niye sakat, hasta ve muhtaç?.. Çünkü Allah onu sana emanet etti ve seni ondan mes’ûl kıldı!..
Bilmelidir ki; nefsânî menfaat ve arzular; rûhumuza serpilen zehirlerdir. Her biri rûhânî hayatımıza vurulan zincirler mesâbesindedir. İlâhî ahlâka da ancak bu nefsânî zincirler koparıldıktan sonra ulaşılabilir.
İnsan, bütün dünya mülküne sahip olsa bile, hikmetten mahrûmi*yetin rûhunda açtığı boşluğu, hiçbir şeyle dolduramaz. Zira hikmet, rûhun gıdâsıdır. İnsan bedeninin hayâtiyeti için nasıl ki maddî gıdâlara ihtiyaç varsa, mânevî huzur ve tekâmül için de hikmetlerde derinleşerek gönlü feyz ve rûhâniyetle ihyâ etmek zarûrîdir.

Kaynak – OSMAN NURİ TOPBAŞ